02:42 | Author: ceratium

İlk defa başlarken düşünmedim! Demek istediğim oyun yoktu, yalandan yapılan bir incelik yoktu, sevmediğim şeyi seviyormuş gibi yapmıyordum ya da bilmediğim şeylere aşinaymış gibi de davranmıyordum.

Bunca çalkantının, yeni başlangıcın, yeni şehrin, yeni yüzlerin içinde beni en çok heyecanlandıran şeyin telefonum çaldığında "onun adı" yazması olduğunu fark ettiğimde güldüm kendime. Mutlu ediyordu onun adını görmek, depresyon arası onunla yazışmak. Arayacağımı söylediğimde dalga geçmesi ve ardından aradığımda şaşkınlıkla telefonu suratıma kapatması bile eğlendirdi beni…

Zaman hakkında yazmış yatmadan önce bana, ben balkonda donarken. Doğru zamandan, doğru insandan bahsetmiş. Hayatımda olabilecek en yanlış zamanda karşıma çıkmıştı hâlbuki. Hep yanlış zaman hikâyeleriyle doldurduğum geçmişimle dalga geçer gibiydi söyledikleri, ta ki son cümlesine kadar. “Bizden bağımsız ak istediğin gibi”.

Ayhan hoca ile daha bu akşam yazıştık zaman hakkında, daha doğrusu yazışma değil de iki monolog birbirinden bağımsız aynı pencereye sıkıştı yine. Yine bugün, orbitaller üstüme üstüme gelmeye başlayınca daralıp zaman ve mekânın izafiliği içinde kendi kendime düşünürken ders bitti: “Zamanı biliyorsam biz yoktuk, biz varsak zaman canın cehenneme!”

Bunları yazarken bir kez daha okudum yazdıklarını. İkimizi de doğrular sınıfına koymuş, hatta bizi! Neden öyle yapmış bilemedim. Neden öyle bir sınıflandırmaya ihtiyaç duyduğunu anlayamadım hiç. Aramızdakilerin doğrular üzerine kurulduğunu düşündüğüne inanamam, doğrunun olduğu yerde yanlışın da olduğunu neden görmezden geldi ki?

Biz aynı şeyleri seviyoruz belki, ikiz gibiyiz hatta çoğu zaman ama bu bizi doğru yapmaz ki! Mesela aynı yemeği seviyoruz ama yemekten aynı tadı almıyoruz aslında, aynı müziği dinlerken o coşkuyla doluyor, ben hüzünleniyorum. Bunlar bizi yakınlaştırıyor sadece, doğru ya da yanlış yapmıyor.

Eğer sorarsanız, ısrar ederseniz aramızdakini tarif etmem için, size bir masa ve iki sandalye hayal edin derim, sonra iki kişi gelsin, çeksinler sandalyeleri ve kurulsunlar masaya. Masanın üstüne çocukken hayal ettiğiniz ama hiç gerçek olmayan bir pasta yerleştirin, çok güzel olduğunu bildiğiniz ama tadı hakkında hiçbir zaman fikir sahibi olamadığınız. İşte bu pasta bizim aramızdaki. Yavaş yavaş tadına bakıyoruz pastanın, acele etmeden yutuyoruz lokmaları. Bu sefer aynı tadı alarak hem de. Çünkü bu pasta tamamen bize ait.

Peki, pasta bittiğinde ne mi olacak? O başını yaslayacak kendi yerine, ben ona sarılacağım, biraz uyuyacağız. Sonrasını soruyorsanız eğer o başka bir hikâye...
Category: |
You can follow any responses to this entry through the RSS 2.0 feed. You can leave a response, or trackback from your own site.

0 yorum: